
Küçük Bir Taş
Yürüyorum. Elimde asam doğanın güzelliğiyle baş başayım. Toprağın kokusu, rüzgarda hışıldayan yaprakların kuşlarla birlikte seslendirdiği senfoni beni benden alıp masumluğun dünyasına götürüyor.
Her şey o kadar güzel ki ne kadar yol aldığımı bilmiyorum. Ama birden beni bu muhteşem duygu yoğunluğundan alan bir acı hissettim. Evet, evet bir acı hissediyorum.
Durdum. Acının geldiği yere odaklandım. Ayağımdan geliyordu bu acı. Ayakkabının içinde bir şeyler oluyordu. Beni, doğanın muhteşem ahenginden alıkoyan bu yaramazı tanımak istedim.
Az ileride oturabileceğim rahatlıkta bir kaya gördüm. Yanına vardım. İlk önce üstünü sağ elimle sıvazladım. Tebessüm ederek baktım.
“Sevgili kayacığım, iznin olursa oturabilir miyim?”
O an beni gören olsa çok rahat bir şekilde delirdiğimi düşünebilirdi. Ama ben, kimsenin beni yargılamasına izin vermemeyi biraz geç de olsa öğrenmiştim. Bunun için rahatsızlık duymuyordum.
Rüzgar bir farklı esiyordu. Kulaklarımı kabarttım. Onu dinlemeye başladım. Kaya, bana rüzgarla mesaj gönderiyordu.
“Oturabilirsin geniş gönüllü insan! Böyle bir nezaket çok az insanda bulunur. Keşke herkes bu inceliği kavrasa da başkalarının görüşüne değer verilmesi gerektiğini anlasaydı. Nezaket, ince ruhlu, sevmenin, sevilmenin farkında olanların özelliğidir. Bu özellikteki bir insanı taşımaktan onur duyarım. Çünkü bu insanlar her zaman kendi dışındakileri değerli görür. Bir sofi meşrebiyle hizmetleri için öpüp başlarına koyarlar. Yani çıkarcı, bencil, narsist değillerdir. Çok duygulandım.”
“Duygulanmana sevindim sevgili kayacığım. Çünkü nice sözde et ve kemikten ibaret canlı var ki bu duygudan yoksun.”
“Duygulanmama şaşırmadın mı?”
“Hayır niye şaşırayım ki?”
“Hani insan evlatlarından çoğu bir kaya parçasının duygusu mu olur ki diye bizimle alay ediyorlar.”
“Ben biraz daha farklı bakıyorum doğaya. Her canlının bir zikri varsa zikri yapabilecek duygusu da olmalıdır diye düşünüyorum. Hatta Kur’an’ı Kerim’de Rabbim şöyle ses vermekte:
“(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” Bakara/74
Hz. Musa bu gerçeklikten yola çıkarak Allah’ın emriyle bir kayaya asasıyla vurmuş on iki pınar çıkmıştı. Bunlar bana siz kayalar başta olmak üzere bütün varlığın hissiyatının olduğu inancını vermekte. Bunun için de sizlere saygı duyulması, değer verilmesi ve dikkate alınmanız gerektiği düşüncesine sahibim. Ben sizleri seviyorum,” diyerek izin aldığım kayanın üstüne oturdum. Sonra incitmeden dikkatli bir şekilde beni rahatsız eden ayakkabımı çıkardım. Ayakkabımın içini elimle yokladım. Küçük bir taş elime geldi. Tutup çıkardım. Tebessüm ederek ona baktım.
“Sevgili taş nasıl geldin buraya? Seni de yerinden ettik galiba kusura bakma! Seni bu abinin yanına bırakayım sohbet eder durursunuz.” dedikten sonra onu yavaşça kayanın yanına bıraktım.
Asama tutunarak kalktım. Ayağım rahatlamıştı. Şimdi hiçbir rahatsızlık hissetmiyordum. İnsanın acı duymaması ne güzel bir duyguymuş küçük bir taşla anladım.
O sırada elim irade dışı kalbime gitti. Onun atışlarını dinliyordum. Ayağımın hissettiği rahatsızlığı hissediyor mu diye vicdanımı kabarttım.
Baskı yapmayan, fiziki bir acı vermeyen hatalarımın, kötülüklerimin, günahlarımın küçük bir taş kadar canımı acıtmadığını fark ettiğimde ruhumda bir yanma hissetmeye başladım.
Bir insanı küçük görmek, beğenilme arzusu, makam mevki için doğrulardan uzaklaşmak, en çok da haset duygusu öne çıkıyordu. Bunları düşündüğümde ruhuma bir taşın verdiği acıyı vermediğini fark ettim ve ürktüm.
Duygularımın felce uğradığını, hissiyatımın kaybolduğunu bir taşla anlamıştım. O günden sonra bedenime acı veren taş gibi ruhuma acı verenleri de kalbimden temizlemeye söz verdim. İlk önce güzel bir abdest aldım. İki rekât namaz kıldım. Sonra ellerimi kalplerin sahibi, affedenlerin en hayırlısı alemlerin Rabbi Allah’ıma açtım. En samimi duygularımla O’na seslendim. Sessizdim. Ağlıyordum. Gözyaşlarımı duam olarak O’na yükseltiyordum.
“Allah’ım gözyaşlarımdan başka sermayem yok!” Ruhumdaki acının da dindiğini hissetmenin mutluluğuyla elimde asam yoluma devam ettim.
Seyit Ahmet Uzun
Bir yanıt yazın