
BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ
Victor Hugo/ İş Bankası Kültür Yayınları
Yazar bu kitabında bir idam mahkumunun son gününü ele alırken idam, ölüm ve adaleti de sorgulamaktadır.
Kitap ölüm cezasına karşı bir reddiye gibi değerlendirilebilir. Ancak kitabın sayfaları arasında gezinirken yazarın kafasının bu konuda biraz karışık olduğunu söyleyebiliriz.
Ölüm cezası bütünüyle mi kaldırılmalı? Veya hangi şartlarda kimler için bu ceza verilebilir?
Bu sorular yazarın düşünce dünyasında tam yerine oturmamış gibi görünmektedir.
“Yine de şu an için meclisin şaşkınlıkla yapmış olduğu gibi ölüm cezasının birden ve tamamen kaldırılmasını talep etmiyoruz.” Sf. Xxv
Victor Hugo bunun yanı sıra yüreğini ortaya koymuş filozof ve bilge bir yazar olarak yüreğiyle de düşündüğünü sosyal ve siyasal olaylara bakışında göstermektedir.
İdam cezasının sadece bakan olma ihtimali olan dört kişinin kurtulması için geçici olarak kaldırılmasını şiddetle kınamaktadır.
Güçlüler için yapılan ve güçsüzlerin hiçbir şekilde faydasına olmayan ayrımcı yasalara karşı devrimci bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Sosyal adaleti incitecek her türlü yaklaşım adaletin katledilmesi anlamına gelmektedir. Gerçek adalet hiçbir kişi ve kurum için ilkelerinden taviz vermez.
“Ey halk, ölüm cezasını sizin için değil bakanlık görevine gelebilecek biz vekiller için kaldırıyoruz.” Sf. X
Yazar kaldırılan idam cezasının (ki sonradan tekrar getirilmiştir) üst düzey yetkililer için değil de gerçekten zayıf olan, zorunluluktan dolayı suça mahkum olanlar için kaldırılmasının daha etik olacağını açık bir şekilde ifade ederek protest bir yaklaşım sergilemektedir.
“Ölüm cezasını bu felaketin kendi başınıza gelmesini beklemeksizin halk için kaldırsaydınız siyasi bir başyapıt olmaktan öte toplumsal bir başyapıt ortaya koyacaktınız.” Sf. Xıı
Yazar sadece bir idam mahkumunun son gününü değil aynı zamanda suç psikolojisini, insanın yetiştiği çevrenin suça ortam hazırlayıp hazırlamayacağını da tartışmaktadır. Başka bir idam mahkumunun küçük yaşta anne babasız kalışının sonucunda hırsızlığa yönelme sürecini ele alırken yargıya ve toplumsal vicdana şöyle mesaj vermektedir.
Bir insanı yargılarken onun yetiştiği çevrenin kişi üzerinde etkisini mutlaka gözetilmesi gerekmektedir. Kimsesizliğinden ve açlığından dolayı hırsızlık yapmak zorunda kalan bir çocuğun gençliğinde zindana atılmasının onu daha büyük suçlara mahkum edecektir.
Burada peygamberimiz Hz Muhammed’in (as) bir sözünü hatırlayabiliriz; “Çocuk fıtrat üzere doğar. Onu anne babası Hristiyan, Mecusi veya Yahudi yapar.”
Çocuklar masum dünyaya gelirler. Allah bütün insanları tertemiz yaratmaktadır. Ancak anne bab ve toplum onları hırsız, cani, eşkıya ve suçlu yapar. Yazar bu konuyu ele alırken şuna da dikkat çekmektedir; Suçunun cezasını çeken bir kişinin cezaevinden çıktıktan sonra ötekileştirilmeye devam edilmesinin onu yeniden suça mahkum etmek anlamına geleceğini belirtmektedir.
“Bir kürek mahkumu! İnsanları ürkütüyordum, küçük çocuklar benden kaçıyor, herkes yüzüme kapısını kapatıyor, kimse beni işe almıyordu… Ne yapmam gerekirdi? Bir gün çok acıktığımda bir fırının camına dirsek atıp bir ekmek aldım ama daha yiyemeden fırıncı beni yakaladı.” Sf.42
Aç olduğu için suça mahkum olanların suçluları tok olanlar ve onların hallinden anlamayan vicdanı felç olanlardır. Aslında yazar İslam’ın adalet sistemiyle tanışsaydı bu konuları daha farklı ele alabilirdi diye düşünüyorum. Hırsızlığa ortam hazırlanan zamanlarda hırsızlığın cezasını geçici olarak tehir eden ve suça meydan verecek durumları ortadan kaldırdıktan sonra suça adalet çerçevesinde ceza tepit eden bir yasa İsa’nın İnsanlık Yasası’ndan daha güçlü olacaktır.
Victor Hugo ölüm cezasını değerlendirirken bana, toplum vicdanını da göz ardı ediyor gibi geldi. Bir insan başkasını öldürürken, canına kıyarken, öfkesine yenilip o kişiyle birlikte ailesinin de canını yakarken duymadığı acıyı idam edilirken veya ölüme mahkum edilirken mi yaşamaktadır?
Can yakanın canı yanmalı değil mi?
Ölüm cezasına çarptırılan kişinin topluma kazandırılması için onun yaşadığı ruhsal travmaları dramatik bir şekilde dile getirirken öldürülen insanın ve ailesinin yaşadığı travmayı nasıl çözümleyeceğiz? Küçük çocuklara istismarda bulunan, kendi öz çocuklarına cinsel tacizde bulunan, küçücük bebeleri gözlerini kırpmadan öldüren kısaca başkasının yaşam hakkını hiç rahatsızlık duymadan yok edenlerin yaşattığı acıları nasıl dindireceğiz?
Yazar bu konuda bir değerlendirme yapmamaktadır.
Aslında Victor Hugo sorunlara dair çözümü kitabında sunarken dile getirdiği bir ifade çok dikkat çekicidir.
“İsa’nın insani yasası nihayet anayasa halini alıp etrafında ışıklar saçacak.”Sf. xxvii
“Çarmıh darağacının yerini alacak. Hepsi bu.” Sf. Xxvii
Bu ifade aslında Victor Hugo’nun bir din devletinden yana olduğunu veya dini referans alan bir bakış açısına sahip olduğu sonucunu çıkarmamıza neden olmaktadır. Victor Hugo’ya göre insanların çözüme kavuşturamadıkları konularda yetkinlik ve karar mercii İsa’nın İnsanlık Yasası’ı olacaktır. İsa ve İncil bu açıdan yazarın önemli bir referansı olmaktadır.
Bu konuları ele alırken yazar ölüm olayını da farklı bir şekilde değerlendirmektedir. İdama mahkum olmakla ölüme mahkum olmak aslında çok da farklı bir şey değildir yazar için. İdam mahkumu ölüme mahkum edildikten sonra ölüm zamanı gelinceye ölüme mahkum olmamış birçok insanın farklı nedenlerden dolayı ölmesi yazarı düşündürmektedir.
“İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdur.”
Bu söz bize Kur’an’ı kerimde geçen bir ayeti hatırlatmaktadır. “Her nefis ölecektir.”
Aslında Victor Hugo bu yaklaşımıyla şunu demeye çalışmaktadır. İlahi yasa zaten insanların ölüme mahkum etmiştir. O halde kaçınılmaz olan ölümü idamla erkene almaktansa onu tedaviyle iyileştirmek ve yaşatmanın daha iyi olacağını düşünmektedir.
Ölüm yazarın üzerinde çok düşündüğü konulardan birisidir. İdam mahkumu ile kızının arasında geçen replik dikkat çekicidir.
“Öldü diyorsun Marie, ölmenin ne demek olduğunu biliyor musun?”
“Evet bayım. O hem yerin altında hem de gökte!”
Bu ifadelerden sanki ölüm sonrası hayata dair bir inancının olduğu sonucu çıkarılabilir. Çünkü ölümü yok oluş olarak görmemektedir.
Yazarın bu kitabının idama karşı bir reddiye olarak değerlendirilebileceğini söylemiştik. Veciz ifadelerle idamın nasıl ve niçin kaldırılması gerektiğini belirtmektedir.
“Öfkeyle cezalandırılan kötülük, şefkatle tedavi edilecek!”
Ancak yazarın burada da açıklamadığı ve salt duygusal bir yaklaşımla ele aldığını konuya şöyle itiraz edilebilir.
Şefkatin tedavi etmediği veya edemediği kötüleri nasıl ele alacağız sayın Hugo!
Bir insanı öldürürken işlemeyen vicdan, ölümün eşiğinde kendisi için haykırıyor. “Bağışlayın beni!”
Bir insaı öldürürken cesaret dolu yürek ölümün eğişine gelindiğinde titreyen, bağışlanma dileyen bir acize dönüşüyor. Peki öldürürken karşısındaki kişilerin acizliklerine, feryatlarına sessiz kalanlara ne demeli!
Ey şiddet uygulayan yüreksiz alçak!
Bir gün eller senin için de kalkacak
Masumların hesabı da alınacak
Zulümler yanınıza kar kalmayacak
Yazar kitabının satır aralarında toplumun yapısına dair değerlendirmelerde de bulunur. Toplumun anlayışını sarsıcı kitaplara karşı özellikle burjuvazinin mesafeli olduğunu ve tepkisel bir bakış açısına sahip olduklarını belirtir.
“Kitaplar çok korkunç etkiler yaratıyor.”
“Kuşkusuz pek çok kitabın toplumsal düzeni yıkıcı etkisi var.”
Aslında kitapların insanları uyarıcı ve sarsıcı bir etkiye sahip olması gerektiğini yazarın bu eserinde görebiliyoruz. Uyarıcı etkisi olmayan kitaplar uyuşturucu etkisine sahip birer afyondur. Kitabı bu açıdan ele aldığımızda üzerinde kafa yorulacak epey konu olduğunu görebiliyoruz.
Kitapta başlıca şu konulara değinilmektedir.
Suç psikolojisi, adalet, ölüm gerçeği, toplumsal vicdan ve din.
Filozof bir yazar olan Victor Hugo’nun bu eserini siz okurlarla baş başa bırakıyorum. Sorgulayıcı okumalar dileğiyle.
Seyit Ahmet Uzun
Bir yanıt yazın