
Büyük Ödül
Abdullah zeki bir öğrencidir. Birecik’te yaşamaktadır. En büyük hobisi kitap okumaktır. Boş vakitlerini kütüphanede değerlendirir. Bu da ona entelektüel bir birikim ve zarif bir kişilik kazandırır. Çünkü okumak insanın kalbine bir yumuşaklık verir. Ama okuma dediysem meseleyi örgün eğitim öğretim kurumlarında okumak olarak algılamayın.
Doğayı, insanı, uzayı ve kitaplarda oluşmuş evrensel dünyayı okumaktan bahsediyorum. İşte Abdullah böyle bir okumayı yapan saygı dolu bir gençtir.
“Abdullah, haydi ne namaz vakti. Güneş doğmak üzere oğlum.”
Ses Abdullah’ın duygularını harekete geçiren lahuti bir nağme gibi yankılandı. İkiletmedi. Zaten anne olabilenlerin sözü ikiletilmezdi. Çünkü onların nefesi cennet kokardı. Çocuklar arasında ayrım yaparak cehennem rüzgarı estirmezdi çocukların duygularında.
Abdullah hemen doğruldu. Derin bir nefes aldı. Pencereyi açtı. Serin bir hava akımı odaya doğru hücuma geçti. Bir anda ürperdi. Kendine gelmişti.
“Cennet nefesli anam kalkıyorum. Sabah namazının dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu söyleyen bir peygamberin ümmeti olarak sabah namazı hazinesini heybemize doldurmadan güne başlamak olur mu?”
Anne çocuğunun alnından öptü.
” Göz aydınlığım!” dedikten sonra odadan çıktı.
Abdullah abdestini aldıktan sonra seccadesini serip namaza durdu. Seher vakti herkesin uykuda olduğu bir zamanda Allah için uykuya bölmekten daha büyük bir mutluluk olur muydu?
Huşu, Allah’ı yüreğin derinliklerinde hissetmekti. O’nun farkında olarak hayatı yaşamaktı.
Namazını huşuyla kılan Abdullah tesbihatını da bitirdi. Ellerini açtı. Rabbine niyazda bulundu. Haşr suresinin son iki ayetini okuyarak sabah ibadetini tamamladı. O sırada mutfaktan mis gibi kokular geliyordu.
Ancak onun en önemli alışkanlıklarından birisi namazdan sonra yirmi yirmi beş sayfa kitap okumaktı. Raftan Sezai Karakoç’un Diriliş Neslinin Amentüsü kitabını aldı. Kaldığı yerden okumaya başladı. Dikkatini çeken satırların altını çiziyor, üzerinde düşünüyordu.
“Her Müslüman ilk önce kendi iç dünyasında Müslüman olmalı.”
İç Müslüman tanımlaması Abdullah’ı sarsmıştı. Şekil değil öz, ritüel değil rıza, riya değil takva eksenli bir inançtan bahsediyordu Üstad. Bu tanımlama üzerinde durduktan sonra sarsıcı bir ifadeyle daha karşılaştı.
“Anlamak masraflı iştir; Emek ister gayret ister samimiyet ister. Yanlış anlamak kolaydır oysa. Biraz kötü niyet, biraz da cahillik kâfidir.”
Ne çok cahil insanın olduğunu bu ifadeler oldukça iyi açıklıyordu. Aslında cinayetler, mezarlar, hapishaneler bu cahilliğin bir sonucuydu. Biraz anlayış olsaydı hayat daha güzel olurdu.
Abdullah bu düşünceler üzerinde dururken annesinin müşfik sesini duydu.
“Oğlum haydi kahvaltı hazır. Okula geç kalma!”
Pencereye konan bir kumru dikkatini çekti. Yusuf, Yusuf diye ötüyor gibi geldi. Yusuf zindanı ahlaksızlığa tercih eden bir delikanlıydı. Bir peygamberdi. Seçilmiş bir elçiydi. Abdullah, onu çok seviyordu. Bunun için de kumrunun sesi masumluğun timsali Yusuf’u hatırlattı.
Ve sevgi dolu bir kalple kalktı. Doğruca mutfağa gitti. Annesinin yanağına günaydın öpücüğü kondurdu. Masaya oturdu. Kahvaltısını afiyetle yedikten sonra duasını yaptı.
“Anneciğim bugün kütüphaneye gidiyorum. Son okuduğum kitabı verip yenisini alacağım. Her kitap yeni bir dünyaya açılan kapıdır. Yeni dünyalara yolculuk gerçekten çok güzel. Kitapların dünyası bana ufuklar açıyor. Hayatı, insanlığı, inancı öğretiyor.”
“Oğlum bugüne kadar kaç dünyaya yolculuk yaptın?”
Bu söz üzerine Abdullah gülümseyerek annesine baktı.
“Yaklaşık iki yüz elli dünya anneciğim. Ve inan her dünyadan bana çok özel hediyeler kaldı. Son dünyamdan kalan ise “Her Müslüman ilk önce kendi iç dünyasında Müslüman olmalı,” sözüydü. Yani benim anladığım Müslümanlığım başkası için değil İlk önce kendim için olmalıdır. Yaşamında Allah’a teslim olmayanın başkasına anlatacağı İslam olamaz. Yaşamadığı İslam’ı anlatmak büyük bir günahtır.”
“Oğlum bu sözler büyük sözlerdir. Yani diyorsun ki İslam insanın yaşamında ayna olsun. İlk önce aynaya baktığında kişi İslam’ını görsün. Günümüzde bu o kadar azaldı ki oğlum. Allah seni sevdiklerinin arasına alsın. Hadi yeni dünyalar kâşifi oğlum yolun açık olsun.”
Abdullah aldığı büyük hediyeyle evden çıktı. İlk önce Fırat’ın kenarına gitti. O deli akışlarından eser kalmayan nehri izledi. Köprünün üstünden geçen araçları seyretti. Hayat hep bir akış halindeydi. Herkes, her şey hedefine doğru akıyordu. Kendisi de doğruca hedefine yürüdü. Az sonra kütüphaneye vardı. Artık herkes onu tanıyordu. Bitirdiği kitabı bırakıp yenisine bakarken kütüphane görevlisi yanına geldi.

“Abdullah, müdür bey seni çağırıyor.”
Bu söz Abdullah’ı şaşırttı. Çünkü o güne kadar müdür beyle bir işi olmamıştı. Merakla memuru takip etti. Aklında onlarca soru cirit atıyordu. Ama merakını giderecek olan müdür beydi. Odaya girdiğinde müdür bey onu gülümseyerek karşıladı.
“Abdullah, bugün seni bir sürpriz bekliyor.”
Müdür beyin bu sözü Abdullah’ta şaşkınlık yarattı. Ne sürprizi olduğunu merak etti. Anlamaya çalışan gözlerle ona baktı.
“Hayırdır müdür bey ne sürprizi?”
” Seni kaymakam bey çağırdı. Makamında seni bekliyor.”
Bu sözler Abdullah’ı daha da şaşırttı. Kaymakamın kendisiyle ne işi olabilirdi ki! Merakını gidermek için müdür beyle kütüphaneden çıktılar. Biraz sonra kaymakamın odasına varmışlardı. Sekreter, kaymakam beyin, kendilerini beklediğini söyleyerek kapıyı açtı. Kaymakam güler yüzüyle ayakta Abdullah’ı karşıladı.
“İlçemizin kitap kurdu hoş gelmiş. Abdullah seninle gurur duyuyorum. Böylesine istikrarlı, severek kitap okuyan bir genci tebrik etmek istedim. İlk önce sana verilecek en büyük ödül ilçenin en çok kitap okuyan genci olmandır. Bir de bunu küçük bir hediyeyle taçlandırmak istedim.”
Kaymakam bey masanın üstünde duran yarım altını bir madalya gibi Abdullah’ın boynuna taktı. Ellerini sıkarak onu tebrik etti.
“Abdullah bu kadar kitap okudun ne anladığını bizimle paylaşmak ister misin?”
Abdullah ani gelen bu soruyu biraz düşündükten sonra cevapladı.
“İnsanları ötekileştirmekten, adaletsizlikten, kibirden kaçınarak hayatı tevazuyla yaşamanın insanın kalitesini arttırdığını anladım. Kibir, zulüm, haksızlığın insanın kalitesini düşürdüğünü anladım. Batı klasiklerinde de doğu klasiklerinde de aynı şeyler vardı. Bunun için kendime adaleti ilke edindim. Teşekkürler kaymakam bey.”
“Bunlar gerçekten çok önemli detaylar. Ben teşekkür ederim kitap kurdu. Nice kitaplı günler dilerim.”
Bu güzel diyalogdan sonra Abdullah ve müdür bey izin alıp odadan çıktılar. Abdullah ilçenin en çok kitap okuyan genci olmanın ödülüyle hayatına devam etti.
Seyit Ahmet Uzun
Bir yanıt yazın