Kemal, kravatını bağlayıp, ceketini giyinmişti. Mutfağa doğru ilerler. Daha kahvaltının hazır olmadığını görünce öfkelenir; “Ne biçim kadınsın be! Bir kahvaltıyı bile hazırlamamışsın. Hadi çabuk ol, bugün de geç kaldım.” Zehra içeriden seslenir;”. Bir dakika çocuğu hazırlayayım, hemen geliyorum”
Kemal bekleyemez; “Uyuşuk kadına bak, daha bir dakika diyor. Seni beklersem öğlen olacak. Ben gidiyorum. Yemeği de sen tek başına ye duyarsız kadın.”
Baba kapıyı sert bir şekilde çarparak çıktı. Anne şaşkın bakışlarla babanın arkasından bakakaldı. Ne olmuştu da böyle kızmıştı. Bir türlü anlamamıştı. Pelin’in saçlarını tarıyordu. Küçük kızı okula göndermeye hazırlanıyordu ki kapının çarpması beyninde yankılandı. Kızı ve kendisi titreyen küçük kalpleriyle babanın arkasından şaşkın gözleriyle birbirine baktılar. Pelin ise üzgün bir şekilde annesine; “Ne oldu anneciğim, babam niye kızdı?” dedi. Annesi; “Bilmiyorum tatlım, belki canı bir şeye sıkılmıştır. Hadi şimdi sen okuluna koş bakalım Allah zihin açıklığı versin”
Pelin annesinin yüzündeki gökkuşağından devşirdiği renklerle neşe içinde “Allah’a ısmarladık anneciğim” diyerek okula doğru ilerledi.
Anne ise içeriye girdiğinde duvardaki yazı gözüne ilişti;
.“Hiçbir mü’min erkek, mü’min kadınına öfkelenmesin. Zira hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık razı olacağı huyları da vardır. Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır” peygamberimizin sözüydü duvarda asılı duran. Zehra Hanım duvardaki yazıya bakarak, kendi kendine konuşmaya başladı;
“Vay Kemal vay… Evliliğimizin ilk yıllarında bu sözü yüreğine işlemiştin. O günlerde nasılda sevgi doluydun. Ne oldu sana böyle? Şimdi çocuğuna ve bana karşı bu şekilde kaba davranır oldun.”
Zehra Hanım birden geçmişi hatırlar. Tabloyu kendisine getirdiği günler gözünde canlanır. Kapının zili çalmıştı. Kim o diye seslendiğinde Kemal’in sesini almıştı. Kapıyı açtığında Kemal’i güler yüzle elinde bir paketle görmüştü. Kemal selam vererek içeri girmiş ve paketi kendisine uzatmıştı. “Bu kutlu doğum haftasından dolayı sana bir hediye.” Zehra merakla paketi açar. Duvardaki tabloyu görür. “Hiçbir mü’min erkek, mü’min kadınına öfkelenmesin. Zira hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık razı olacağı huyları da vardır. Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır”
Kemal Bey sinirle evden çıktıktan sonra, arabasına binip doğruca işe gitmişti. Daireye vardığında yüzündeki gerginlik gitmişti. Yandaki büfeden sipariş ettiği tostu yiyerek, midesinin aklına hükmetmesini önlemeye çalıştı.
O sırada içeriye bir bayanla, bir erkek girdi. “Günaydın Kemal Bey” dediler. O da;
“Günaydın Ayşe Hanım, günaydın İsmail Bey” diyerek güler yüzle onlara karşılık verdi. Bu sırada bir kuş pencereye konmuş cıvıl cıvıl ötüyordu. Temmuz ayının sıcaklığı daha sabahın erken saatlerinde kendisini hissettiriyordu.
Kemal Bey ve arkadaşları bilgisayarların başına geçmişlerdi. O sırada içeriye hafif göbekli, orta boylu, başının ön tarafı saçsız bir bey girdi. Yanında küçük bir kız vardı. Kemal Bey ayağa kalktı. Sırıtkan bir yüzle adama doğru seslenerek;
“Günaydın müdür bey. O küçük hanım da gelmiş. Nasılsın Eylülüm?” dedi.
Kız babasının arkasına saklandı. Müdür de gayet soğuk bir şekilde;
“Günaydın” dedi. Sonra da odasına geçti.
Kemal Bey neye uğradığını bilmeden somurtkan bir yüzle yerine oturdu.
Dairedeki kız çalışanlara birer çay getirdi. Kemal Bey çayını yudumluyordu. Bu sırada Ayşe Hanım kendisine bir şey söyleyecekti ki masanın üstündeki çayını döktü. “Şey affedersiniz Kemal Bey, istemeyerek oldu. Kusura bakmayın.” dedi.
Kemal Bey bunlara bir anlam veremiyordu. Bugün bütün aksilikler kendisini buluyordu. “Önemli değil Ayşe Hanım. Kaza bu ne zaman geleceği belli olmaz” dedi.
Yüzünde öfkeden hiçbir eser yoktu. Gayet tebessümlü ve samimiydi. Karşısındakine güven veriyordu. Bir peçeteyle etrafı kuruladı, ıslanan kâğıtları kaldırdı.
Yoğun bir iş günü başlamıştı. O gün mesai bitimine kadar Kadir Bey gayet sakin, güler yüz ve sevecendi. Arkadaşlarına ve müdürün kızına karşı hiç kırıcı olmadı. Yanına gelen müdür beyin kızıyla ilgilendi.
“Kemal amca bana şu testi çözmede yardımcı olur musun?” Kemal Bey güler yüzle;
“Ne demek tabi küçük hanım. Bir bakalım hele.”
Beraberce soruya baktılar. Kızın sorusunu cevapladı. Sonra kız “Teşekkür ederim Kemal amca” dedikten sonra babasının yanına gitti.
Saat 17.00’ı gösteriyordu. Mesai bitmişti. Arkadaşlarına;
“Günün yorgunluğunu atmak için Karpuzatana gitmeye ne dersiniz?” dedi. İsmail;
“Vallahi çok iyi olur. Oraya gitmişken biraz da balık alalım. Ne zamandır gitmiyorduk,” dedi. Kemal Bey;
“Diğer arkadaşlara da haber verelim. Şöyle güzel bir vakit geçirelim,” dedikten sonra telefonla Ali ile gazeteci Murat’ı aradı. Onlardan da olur aldıktan sonra İsmail ile birlikte çıktılar. Yoldan Ali’yle Murat’ı aldılar. Balık ve salata için malzemeleri aldıktan sonra yola çıktılar. Bir müddet sonra Karpuzatana vardılar. Arabadan inerken Kemal;
“Arkadaşlar malzemeleri indirmeyi unutmayın. Bir balık cızbız yapalım. İsmail senin soğan salatasından da ne zamandan beri yemiyoruz. Sen bize soğan salatasını yaparken biz de ateşi hazırlayalım.”
Bu sırada getirdikleri şişedeki biraları yudumlarken şakalaştılar. Bir müddet sonra balıklar hazırdı. Afiyetle balıkları ve soğan salatasını yediler. Derenin hayatı sürükleyen bir sel gibi akışını seyrettiler. Sonra güneş bir portakal gibi tepelerin ardına çekilirken masadan kalktılar. Kemal Bey arkadaşlarını tek tek evlerine bıraktı.
Yorgun ve bitkin bir yüzle eve gelmişti. Kapıyı güler yüzle açan ve “Hoş geldin Kemal” diyen eşine, müdür gibi soğuk bir şekilde; “ Hoş bulduk” dedi.
Kendisini dört gözle bekleyen kızı Pelin’in kucağına atılmasına ise; “Yorgunum şimdi bana müsaade et dinleneyim” diye karşılık verdi. Kendi kızına, müdürün kızı gibi ilgisiz kaldı.
Sonra divana uzandı. Bir bardak su istedi. Eşi elinde bir bardak su ile geldi.
“Buyur.” Kemal, suyu içtikten sonra eşinden bu sefer de TV kumandasını istedi. Zehra kumandayı koltuğun üzerinden alıp Kemal beye verirken düşürür. Kemal Bey; “Sakar mısın be kadın! Dikkat etsene. Bir kumandayı bile taşımaktan acizsin” diyerek bir kirpi gibi öfke oklarını eşine fırlattı. Ayşe Hanım’a sunduğu iyi niyet gülücüğünün bir yaprağını bile eşinden esirgemişti. Zehra;
“Kemal istemeyerek oldu kusura bakma!”
Kemal Bey daha da öfkelenmişti. “Ne diyorsun be sen! Bir de isteyerek yapsaydın!” dedikten sonra kumandayı yerden alır. Karşısında duran eşine sinirli bir şekilde; “Geç kenara da televizyona bakayım. Engel oluyorsun.”
Bunun üzerine Zehra’da;
“Kemal ne oldu sana böyle kızıyorsun. Biraz daha kibar olabilirsin. Eve geldiğinde ya televizyonun karşısına geçiyorsun ya da uyuyorsun. Hiç bizimle ilgilenmiyorsun. Önceden böyle miydin?”
“Yine dırdıra başladın. Zaman ayırmıyormuşum, ilgilenmiyormuşum. Şuna bak hele ben kimin için çalışıyorum sanıyorsunuz. Eve geliyorum bir kafa dinleyeyim diyorum, ona da müsaade etmiyorsun. Bu evde oturulacağı yok kardeşim” diyerek öfkeyle yerinden kalkıp, kapıyı çarparak evden çıkar.
Ayakları onu her zaman arkadaşlarıyla oturduğu kahveye doğru götürdü. Yüzündeki öfke yavaş yavaş dağılmıştı. Ama kahvede gördükleri onu şaşırtmıştı. Çünkü arkadaşları ilk defa oyun oynamıyordu. Mahallenin imamı oturmuş onlarla konuşuyordu. Kemal, içeriye girerken;
“Selamun aleyküm” dedikten sonra masaya geçip oturdu. Sonra da İmama;
“İmam Efendi camide vaazın bitmedi burada mı devam ediyorsun? Yoksa mesaiye mi kaldın?”
İmam gayet sakin bir şekilde;
“Hayır, Kemal Bey, bu hafta kutlu doğum haftası olduğu için arkadaşlarla peygamberimiz hakkında biraz sohbet ediyorduk. Onlardan rica ettim bu akşamlarını bana ayırmaları için. Onlarda sağ olsunlar beni kırmadılar. Peygamber sevgisi adına seni dinleyelim, dediler.”
Kemal; “Peki, nelerden bahsediyorsun anlat da biz de dinleyelim. Hepimiz onu çok seviyoruz. Değil mi arkadaşlar?”
Masadakilerden gazeteci olanı;
“Evet, muhterem geleneğimizde peygamberi sevmek vardır. Onun için mevlitler okutur, dualar ederiz. Zaten İmam efendide peygamberimizin aile ile ilgili sözlerini dile getiriyordu. Peygamberimizin bir hadisinde aile huzurunun püf noktası var diyordu. Seni dinliyoruz muhterem.”
İmam efendi kaldığı yerden devam eder;
“Peygamberi sevmek, onun sözlerini anlamak ve yaşamakla olur. Çünkü hiçbir şey bedelsiz değildir. O kutlu insanı sevmenin bedeli de onun sözlerini yaşamaya çalışmakla olur. Onun aile hayatıyla ilgili sözleri de bizlere ailede huzurun kaynağını göstermektedir.
Çünkü günümüzde insanlar hep ikiyüzlü olmuşlar.
Ailelerine göstermedikleri ilgiyi mesai arkadaşlarına göstermekteler. Eşlerine karşı günün yorgunluğunu, öfke rüzgârları olarak gösterirken, arkadaşlarına gönül okşayıcı meltem oluyorlar.
Ama o güzel insan ne buyuruyor “Hiçbir mü’min erkek, mü’min kadınına öfkelenmesin. Zira hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık razı olacağı huyları da vardır. Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır” İnsan olarak hepimizin hatalarının olacaktır. Eşimizin de zayıf yönleri olabilir. Ama buna karşılık sevebileceğimiz ve hoşlanacağımız birçok özelliği de vardır değil mi? işte yeter ki peygamberimizin bu sözünü aile hayatımızın prensiplerinden bilelim.
Evet, arkadaşlar bu gece peygamberimizin aile ile ilgili sözlerini anlamaya ve yaşamaya çalışalım ki, sevmemizin bir anlamı olsun.
Gazeteci Murat, garsona seslenir;
“Hey hadi bize tavşankanı birer çay getir. Hocanın boğazı kurudu. Biraz boğazını ıslatsın.”
Çaylar gelir. Hoca ve masadakiler çaylarını yudumlarken Kemal dalmıştır. Hocanın söylediği sözü düşünmektedir. Hadisi kendi kendine mırıldanır; .“Hiçbir mü’min erkek, mümin kadınına öfkelenmesin. Zira hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık razı olacağı huyları da vardır. Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır”
Kemal, uykudan uyanır gibi yüzünü doğrulttu. Hocaya;
“Hocam teşekkür ederim bu hatırlatmalarınız için. Çayından bir yudum alır. Bu sırada gazeteci devreye girer;
“Hocam bu şekilde kahvelere de gelip, camiye uğramayanları da aydınlatsanız çok seviniriz. Gerçi her zaman böyle ortam bulunmaz ama olsun mücadele gerekiyor değil mi?”
“Evet, arkadaşlar doğru diyorsunuz mücadele gerekiyor. Sevmeyi öğretmek için, mutluluğu, huzuru, anlayışlı olmayı öğretmek için mücadele gerekiyor. İşte biz de o büyük insan efendimiz Hz Muhammed (as) bunun için çok büyük mücadele vermiş. Ama sonunda inanç ve sevgi galip gelmişti. Biz de ilk önce nefsimiz ile mücadele edip onun sevgisini ilke edinmeliyiz. Başta ailemize, eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza ve yurdumuz insanlarına hoşgörülü olmalıyız.
Kemal, bu konuşmalardan sonra arkadaşlarından müsaade ister; “Arkadaşlar bana müsaade bu kadar güzel sohbet için hocam sizden de Allah razı oldun. Hadi selamun aleyküm.”
İmam efendi tebessüm ederek;
“Allah unuttuğumuz değerleri yaşamayı bize kolaylaştırsın. Çünkü sünnetin unutulduğu zamanlarda onu ihya edenlere yüz şehid sevabı vardır. Allah, mekânı olan kalbimizi kirlerden temizlesin. Hadi aleykümselâm.”
Kemal kahveden ayrılır. Nizip’in sokaklarında dolaşmaya başlar. Yolda yürürken düşüncelere dalar. Eşini ve çocuğunu hatırlar. Onlara yaptığı haksızlıklar gözlerinin önüne gelir. Bir kızı Pelin güler yüzle gözlerinin önünden geçer, bir eşi Zehra. Arkadaşı Ayşe’ye gösterdiği iyi niyet sonra gözünün önünden geçer. Bu görüntüler birkaç defa tekrarlanır. Alnını tutar kendi kendine konuşur;
“Ben ne yapıyorum Allah’ım! Eşim ve çocuğum sevgiye ve ilgiye daha layık değil mi? iyi niyete onlar daha layık değil mi? Ben niçin böyle eşime karşı sert davranıyorum da, dışarıya iyilik maskesi takıyorum. Affet Allah’ım, affet.
“Bu sırada Vakıf Bankın karşısına gelmiştir. Başını kaldırıp etrafa bakar. Karşısında açık bir çiçekçi görür. Oradan bir gül buketi yaptırır. Güler yüzle eve gider.
Eve vardığında zili çalar. Heyecanlıdır. Elinde gül buketi, yüzünde tebessüm kapıda bekler. Biraz sonra Zehra Hanım kapıyı açar. Kemal;
“Selamun aleyküm Zehra.”
Zehra şaşkındır. Kemal’i güler yüzle görünce şaşırır;
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk canım. Nasılsın? Günün nasıl geçti.”
Zehra’nın şaşkınlığı daha da artmıştır.
“Galiba evden çıktıktan sonra kafana bir şey düştü. Hasta falan değilsin değil mi?”
“Evet, hastayım, hem de senin sevgine ve gül yüzüne. Sana haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Bu akşam imam efendi biraz sohbet etti. Unuttuğumuz değerleri hatırladım. Peygamberimizin bizlere bıraktığı güzel sözlerin ne kadar önemli olduğunu hatırladım. Meğer güzellikler bize çok yakınmış da biz onları başka yerlerde arıyormuşuz. Bu gülü de güllerin sultanının hatırına sana aldım. Hakkını helal et. Zehra”
“Kemal hepimizin hatası ve kusuru olur. Önemli olan, birbirimize anlayış ve hoşgörüyle yaklaşmaktır. O güzel insan Hz. Muhammed efendimizin dediği gibi; “Sevmediğimiz bir özelliğe karşı sevdiğimiz özelliklerimiz de vardır. Önemli olan birbirimizi hoş görebilmektir. Huzur da mutlulukta bu sözde saklıdır.
Bu sırada Pelin’de;
“Babacığım,” diyerek ona doğru koşar. Kemal Bey kızını görünce sevinçle kucağını açar ve kızını kucağına alır. Onu öper.
“Allah sevginizi kalbimizden eksiltmesin. Çünkü sevmesini bilmeyen insanlar duygu özürlüdür. Selam olsun o güzel insana ve onunla sevmesini öğrenenlere,” diyerek kutlu doğum haftasında ailede sevgi tohumlarının yeşermesi için dua etti.
Seyit Ahmet Uzun
Bir yanıt yazın